ABSTRACT
Başlangıç PSA değerine, biyopsi Gleason skoruna ve tümör evresine dayanarak düşük, orta ve yüksek risk gruplarının oluşturulduğu risk sınıflandırma sistemi D’Amico ve arkadaşları tarafından popülarize edilmiştir.
Tedavi öncesi klinik parametrelere dayanarak oluşturulan risk gruplamalarının çoğu, klinik anlamlı rekürren hastalık yerine biyokimyasal rekürrens riskini saptamaya yöneliktir.
Tedavi sonrası yükselen PSA’nın, klinik anlamlı rekürren hastalığı ya da ileri bir tedavinin gerekip gerekmediğini öngörmede çoğunlukla yetersiz kaldığı birçok çalışmada gösterilmiştir.
Risk tanımı sadece biyokimyasal rekürrensin olasılığını değil aynı zamanda klinik progresyonun, lokal-uzak metastazın, kansere bağlı ölümün ve genel sağkalımın olasılığını da yansıtacak şekilde olmalıdır.
PSA’nın yaygın kullanılması hastaların daha erken evrede (cT1c) saptanmasına olanak tanımıştır. Daha düşük evreye göç nedeniyle, prognostik faktörler içinde tümör kategorisinin daha az önemli hale geldiği belirtilmektedir.
Evre göçüyle birlikte tanı anındaki ortanca PSA değeri de düşmüş ve PSA > 10 ng/ml oldukça nadir görünür olmuştur.
Benin Prostat Hiperplazisi serum PSA’yı yükseltmektedir. Prostat kanserinin çoğunlukla ileri yaşta görülmesi ve aynı yaş grubunda BPH’nın da varlığı bilinmektedir. Bundan dolayı, 10’un altındaki herhangi tek bir PSA değerinin prognostik önemi daha sınırlı hale gelmektedir.
Başvuru anındaki düşük PSA değerine rağmen, seri şekilde alınmış PSA değerlerinden elde edilen bilginin (PSA velositesi) tümör evresiyle, grade ile, Radikal prostatektomi sonrası PSA relapsına kadar geçen zamanla ve Prostat kanserine bağlı ölüme kadar geçen zamanla anlamlı ilişkili olduğu gösterilmiştir.