ÖZET
İleri evre veya metastatik prostat kanseri başlangıçta farklı androjen baskılama tedavi yöntemlerine yanıt vermekte ancak hastaların büyük bir kısmı sonunda nonmetastatik veya metastatik kastrasyon dirençli prostat kanserine ilerleme göstermektedir. Nonmetastatik kastrasyon dirençli prostat kanseri olan hastaların üçte birinde, 2 yıl içinde kemik metastazları ortaya çıkacaktır. Nonmetastatik kastrasyon dirençli prostat kanserli hastaların tedavisinde hasta popülasyonunun heterojenitesi göz önünde tutulmalıdır. İleri evre metastatik kastrasyon dirençli hasta tedavi yönetiminde ağrı ve yaşam kalitesi esas belirleyicilerdir. Bunun aksine nonmetastatik veya az sayıda metastazı olan hastalarda progresyona kadar geçen süreyi uzatmak asıl hedeftir. Esas olarak metastatik hastalıkta sağkalım avantajı sağladığı kanıtlanmış tedavilerin nonmetastatik hasta grubunda da sağkalım yararı sağladığı gösterilmiştir. Bu yüzden, androjen reseptör sinyal yolaklarını ve alternatif onkojenik yolakları hedef alan bu tedavi ajanlarının erken kullanımı metastazı olmayan kastrasyon dirençli hastalarda kabul edilebilir gibi görünmektedir. Ancak randomize klinik çalışmalara dayanan kanıtların yokluğu tedavi seçeneklerimizi sınırlamaktadır. Bu yüzden bu hastalar konsülte edilmeli, multi disipliner bir yaklaşımla yönetilmeli ve tedavi edilmelidir.
Giriş
Huggins ve Hodges ile başlayan süreçte Androjen Baskılama Tedavi’leri (ABT) ileri evre metastatik prostat kanserli hastalarda temel tedavi yaklaşımı haline gelmiştir (1). ABT, standart olarak; cerrahi kastrasyon ya da kastrasyonu taklit eden medikal tedaviler ile monoterapi veya Maksimum Androjen Blokajı (MAB) ile sağlanır. Bu tedavilere yanıt oranları %80-90’lara ulaşmakla birlikte tam yanıt nadiren gözlenir ve sonrasında kastrasyona direnç gelişerek hastalık ilerler (2). Buna rağmen Kastrasyona Dirençli Prostat Kanser’li (KDPK) olguların bir kısmı halen steroidlere ve ikincil, üçüncül hormonal maniplasyonlara cevap verir (3,4). KDPK gelişen olguların %16’sında metastatik hastalık yoktur ve bu olguların %33’ünde 2 yıl içinde kemik metastazı izlenir (5).
KDPK gelişimine Androjen Reseptör’ü (AR) bağımlı ve AR bağımsız birbiriyle örtüşen iki ana mekanizmanın aracılık ettiği düşünülmektedir. Prostat kanserinde, AR inhibisyonuna direnç gelişmesine yol açan mekanizma, genomik değişikliğin hemen hemen tüm sınıflarını kapsayan ve bir dizi seçici/adaptif yanıtlara neden olan çoğul ve kompleks bir olaydır. KDPK’de androjene duyarlı hücrelere kıyasla hücre içi androjen seviyesinin yüksek olması ve AR over ekspresyonunun gözlemlenmesi adaptif bir mekanizmaya işaret etmektedir (6). Testosteron düzeylerinin kastre seviyelerde olmasına karşın, tümör hücreleri üzerindeki AR’larında amplifikasyon veya çeşitli mutasyonlar gelişmekte ve primer hücre büyümesini yürüten ana mekanizma hala androjen reseptör sinyali üzerinden devam edebilmektedir (7).
Geçen 10 yıllık süreç içinde prostat kanserine bağlı ölüm oranları azalmış olmasına rağmen, bu azalmaya metastatik hastalık tedavi sürecinin katkısı oldukça azdır (8). AR ve yolaklarını hedefleyen yeni tedavi yaklaşımları ile KDPK’li metastatik hastalarda (MKDPK) sağkalım avantajı yakalansa da hastalığın bu evresinde kür şansı yoktur ve önemli morbidite/mortalite oranları ile birliktedir (9). Bu nedenle henüz hormonal tedavilere duyarlı metastatik hastalığa sahipken ABT tedavileri görmüş ve sonrasında KDPK evresine geçiş yapmış, metastatik yükün minimal ya da olmadığı ve çoğunlukla asemptomatik seyreden metastazsız KDPK (M0KDPK) olarak tanımlanan bu özel evre, iyi planlanmış tedaviler ile metastatik hastalığa ilerlemeyi geciktirmek, sağkalım avantajı yakalamak için uygun olabilir (10). Hem AR sinyal hem de alternatif onkojenik yolakları hedef alan kombine tedavi yaklaşımları mantıklı gibi gözükmektedir.
Bu derlemede M0KDPK olgularda güncel yaklaşım ne olmalı sorusuna literatür ışığında yanıt verilmeye çalışılmıştır.
Kastrasyona Dirençli Prostat Kanser Tanımı
Uygun ABT sonrası rekürren veya relaps gösteren prostat kanserinin tam tanımı halen tartışmalıdır ve birçok grup KDPK’ni tanımlamak için pratik önerilerde bulunmuştur.
1. Serum testosteronunun kastre seviyede kabul edildiği 50 ng/dl’nin altında olması,
2. En düşük değer sonrası bir hafta arayla ardışık bakılan üç Prostat Spesifik Antijen (PSA) değerinin ikisinde dip PSA değeri üzerinde %50 artış görülmesi ve PSA’nın 2 ng/ml üzerinde olması,
3. En az 4 hafta anti androjen çekilmesi ya da ikincil bir hormonal manüplasyona rağmen PSA progresyonu,
4. Radyolojik progresyon için anlamlı kabul edilen; kemik taramasında iki veya daha fazla kemik lezyonunun görülmesi, Response Evaluation Criteria in solid tumours (RECIST) kriterlerine göre yumuşak doku lezyonlarında genişleme (10,11,12).
Kastrasyona Dirençli Prostat Kanser’de Prognostik Faktörler ve Tedaviye Yanıtın İzlenmesi
M0KDPK’li olgularda bazal PSA düzeyi ve kinetiği (ikileme zamanı ve hızı) hastalık ilerlemesi ve ölüm riski ile paralellik gösterir. Daha kısa kemik metastazsız ve genel sağkalım gözlenir (13). Prognostik bilgi açısından bazal PSA düzeyi 10 ng/ml ve yüksek PSA hızı, PSA ikileme zamanının 6-10 aydan kısa olması ilk kemik metastazı görülme zamanını azaltan faktörler olarak M0KDPK hastalarda saptanmıştır (14). Bu parametrelerin yüksek riski belirtiği olgularda daha saldırgan bir tedavi yaklaşımı seçmek mantıklı olarak gözükmektedir.
KDPKli olgularda tedaviye yanıtı değerlendirecek kesin bir belirteç yoktur. Yaşam kalitesindeki iyileşme, progresyonsuz sağkalım ve prostat kanseri spesifik sağkalım süresi kullanılmaktadır ancak altın standart halen yaşam süresindeki iyileşmedir. Tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde PSA kullanımının önemi ve PSA seviyesinin düşme süresi ile ilgili bir konsensus yoktur. Yeni ajanlarla uygulanan tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde kullanılmasına rağmen, PSA ile ilgili çelişkili kanıtlar mevcuttur (13).
Sipuleucel-T (Provenge) ve TRICOM (PROSTVAC) aşı çalışmalarında PSA’da bir değişim olmaksızın tüm sağkalım süresinde anlamlı bir katkı izlenmiştir (15,16). Bununla birlikte tedavi sonrası PSA seviyesinde %50’den fazla bir düşüş olmasının anlamlı bir sağkalım yararı sağladığı birçok kez gösterilmiştir (17).
Bazı çalışmalarda, dolaşımdaki tümör hücresi (CTC- circulating tumour cell) sayısı sağkalımla ilişkilendirilmiştir ancak prospektif çalışmalarla önemi doğrulandığı takdirde diğer önemli bir belirteç olabilir (18). FDA son zamanlarda bir CTC kitine onay vermiştir. Semptomatik kemik lezyonları olan hastalarda ağrının azalması ya da tam ağrı sağaltımı palyatif tedaviye yanıtı değerlendirme parametreleri olarak kullanılabilir (19). TAX 327 analizinde PSA yanıtı ve ağrı yanıtı sağkalımla bağımsız olarak ilişkili bulunmuş, ancak yaşam kalitesi yanıtı sağkalımla ilişkili bulunmamıştır (20).
Tedavi Seçenekleri
1. Kastrasyon Dirençli Prostat Kanserinde Androjen Baskılama
Prostat kanserli hastalar, kastrasyon durumuna rağmen eninde sonunda hastalık progresyonuna dair kanıtlar gösterirler. Manni ve ark., KDPK’de ABT’nin devamının tartışmalı olduğunu öne sürmüştür (21). Bu bilgi, iki farklı çalışmada analiz edilmiş ve sadece ikinci ve üçüncü basamak tedavilerde LHRH analoglarının devam edilmesinin sağkalım yararı sağladığı gösterilmiştir (22,23). Bu konuda prospektif verilerin olmamasına rağmen, kastrasyona devam etmenin küçük potansiyel faydaları bile tedavinin minimal risklerine ağır basmaktadır. Amerikan üroloji kılavuzunun asemptomatik metastazı olmayan hasta grubundaki tedavi yaklaşımı da androjen baskılama tedavisinin devamının sağlanarak gözlemlenmesi şeklindedir. Ancak gözlemi kabul etmeyen hastalarda, birinci jenerasyon antiandrojenler (flutamide, bikalutamide ve nilutamide) veya androjen sentez inhibitörleri (ketokonazol ve steroid) tedaviye eklenmelidir (24). ABT’lerinin devamıyla ilgili şüphelerin olduğu, tedaviye uyumu iyi olmayan hastalarda androjen baskılanmasının güvenceye alınmasında altın standart yaklaşım bilateral orşiektomidir.
2. İkincil Hormonal Tedaviler
ABT’ye rağmen ilerleme gösteren hastalarda ikincil sıra hormonal tedavide birçok seçenek vardır. Bunlar; antiandrojen doz artımı, değişimi, kesilmesi, östrojenik bileşikler, adrenolitik ajanlar ve yeni yaklaşımları içermektedir. Bu tedavilerle yapılan randomize çalışmalarda biyokimyasal ve klinik cevaplar oluşturulabilmiş ancak randomize çalışmalarda ne yazık ki sağkalım faydası gösterilememiştir (24).
Bikalutamid: Bikalutamidin bir doza bağlı yanıt gösteren bir doz eğrisi vardır, yüksek dozlarda PSA seviyesinde daha fazla bir düşüşe yol açmaktadır (25). Yüksek doz bikalutamid (150 mg) yaklaşık olarak hastaların %50’sinde PSA düzeyinde düşmeye neden olmaktadır ve bazal PSA düzeyi %85’den fazla azalan olgularda cevap süresi 2 yıldan uzun olup aynı şekilde metastazsız sağkalım da artmaktadır (25).
Antiandojen değişimi: ilk basamak tedaviden sonra relaps gösteren 112 prostat kanserli hastada ikincil tedavide alternatif antiandrojen kullanımıyla ilgili yapılan bir çalışamının verileri analiz edilmiştir. Çalışma sonuçlarına göre alternatif bir antiandrojen kullanılan hastalarda kullanılmayanlara kıyasla hastalık spesifik sağkalımla anlamlı uzama izlenmiştir. Bu çalışmada steroidal bir antiandrojenden nonsteroidal bir antiandrojene geçişte %62,5 oranında iyi yanıt (PSA seviyesinde %50 veya daha fazla düşme), nonsteroidal bir antiandrojenden diğer bir non steroidal antiandrojene geçişte %65,7 oranında iyi yanıt ve ve nonsteroidal bir antiandrojenden steroidal bir anti androjene geçişte %20 oranında parsiyel bir yanıt (PSA seviyesinde %50’den daha az yanıt alınması) alınmıştır. Çalışma bikalutamide ve flutamidin tam bir çapraz direnç göstermediğini, steroidal antiandrojenlerle tedavi edilirken relaps gösteren ileri evre prostat kanserli hastalarda alternatif nonsteroidal antiandrojen kullanımının etkili olduğunu bildirmiştir (26).
Antiandrojen kesilmesi: MAB’a cevapsız hale gelen hastaların %15-30’u androjen çekilmesine PSA’nın %50’den fazla düşmesi şeklinde, ortalama 4 ay sürecek bir yanıt vermektedir (27,28). Bu yanıt antiandrojenin kesilmesinden 2-6 hafta sonra ortaya çıkmaktadır (29,30,31,32,33,34). SWOG 9426 isimli, M0 ve M1 kanser evresindeki 210 hastanın incelendiği bir çalışmanın alt grup analizinde, MAB tedavisine rağmen PSA progresyonu izlenmiştir (35). Uzamış progresyonsuz sağkalım ve tüm yaşam süresindeki uzama, MAB tedavisine yanıtsız hale gelinceye kadar geçen süreye, non-steroidal antiandrojen ilaçların uzun süre kullanımına, başlangıç PSA seviyesine ve kanserin M0 evrede olmasıyla ilişkilidir.
Östrojenler: Prostat kanserinde genellikle, hayvan modellerinde görüldüğü üzere, androjen ablasyonu sonrası östrojen reseptörlerinde upregülasyon olmaktadır. Dietilstilbestrol (DES), hastaların %24-80’inde 2 yılda genel bir tahmin ile %63 sağkalımına yol açan pozitif PSA yanıtı sağlamaktadır. Bununla birlikte düşük doz DES kullanan hastalarda bile %31 derin ven trombozu ve %7 myokard enfarktüsü gelişmiştir (36,37).
LHRH Analoğu Değişimi: Uzun yıllar boyunca LHR analoglarının cerrahi kastrasyona eş olduğu kabul edilmiştir. Çünkü LHRH analogları, düşük testosteron seviyeleri sağlamakta ve bu seviyenin devamlı ve kalıcı olduğu düşünülmüştür. Ancak, yeni testosteron ölçüm tekniklerinin geliştirilmesiyle, hastaların önemli bir kısmında cerrahi kastrasyon ile sağlanan testosteron seviyelerine ulaşılamadığı görülmüştür. Konvansiyonel LHRH analoğu tedavisi alan hastaların %5-17’sinin kastrasyon seviyesinin önceki sınırı olarak kabul edilen 50 ng/dl seviyesine ulaşamadığı ve %13-34’ünün, 20 ng/dl’nin altına düştüğü görülmüştür (38,39). Hastaların %4-10’luk bir kısmı uzun süreli tedavi süresince testosteron pikleri gösterebilir (40,41). Yeni nesil LHRH analog kullanımının cerrahi kastrasyona eşdeğer bir testosteron düşüşü sağladığı ve bunu sürekli kıldığı birçok çalışmada saptanmıştır. Konvansiyonel LHRH kullanımına yanıt alınamadığı durumlarda LHRH değişimi ile psa yanıtı ve testosteron düşüşü elde etmek mümkündür. Ancak herhangi bir sağkalım yararı gösterilememiştir (42,43).
3. Hormonal Olmayan Tedaviler
Dosetaksel rejimi: 2004 yılında Dosetaksel (DST), KDPK’de ilk standart tedavi yaklaşımı olarak onay almıştır. Yapılan iki büyük faz 3 çalışmada DST’nin sağkalım faydası gösterilmiştir. SWOG 99-16 çalışmasında DST (60 mg/m2) + estramustin (280 mgx3/gün) 3 haftada bir uygulama kolu ile mitoksantron (12 m/m2) + prednizon (2x5 mg/gün) 3 haftada bir kolu karşılaştırılmıştır. Mitoksantron kolunda ortalama sağkalım 15,6 ay iken DST kolunda 17,5 ay saptanmıştır. Ağrı kontrolü her iki grupta benzerdi, ancak yan etkiler DST grubunda estramustinin birlikte kullanımı nedeniyle daha fazla izlendi (44,45).
Tannock ve ark.’nın yaptığı TAX 327 çalışmasında iki DST bazlı tedavi kolunu, standart tedavi kolu olan mitoksantron ve prednizon tedavisi ile karşılaştırmıştır. Mitoksantron koluna kıyasla her iki DST kolu da daha iyi PSA yanıtı ve ağrı cevabı oluşturmasına rağmen sadece 3 haftalık DST verilen kolda sağkalım yararı gösterilmiştir. Üç haftalık DST için ortanca sağkalım 18,9 ay, mitoksantron için ortanca sağkalım 16,5 ay saptanmıştır (45). Sonuçlar 2008 yılında yeniden güncellendiğinde 3 haftalık DST kolunda sağkalım yararının anlamlılığını halen korunduğu gösterilmiştir. Çalışmanın alt grup analizleri yapıldığında 65 yaş üstü ve altı olanlar, PSA 115 ng/ml’nin altında ve üstünde olanlar, başlangıçta ağrısı olan ve olmayan tüm gruplarda sağkalım farkı gösterilmiştir (20,46).
KDPK geliştikten sonra tüm hasta gruplarında sağkalım yararı gösterildiğine göre; hiç kuşku yok ki M0 evredeki, asemptomatik veya minimal semptomatik hasta gruplarında progresyona kadar geçen sürede uzamaya ve tüm yaşam kalitesinde iyileşmeye yol açacaktır. Bu nedenle özellikle yüksek riskli hasta grubunda izlem yerine hastanın genel durumunun bozulmadığı, kemoterapiyi tolere edebileceği bu özel dönemde derhal DST tedavi rejimine geçilmesi iyi bir seçenek gibi görünmektedir.
Aşılama: 2010 yılında, 512 KDPK’li hastada yapılan faz 3 IMPACT çalışmasında, ortalama 34 aylık izlem sonrası Sipuleucel-T’nin sağkalım yararı gösterilmiştir (47). İlk kez prostat kanseri için geliştirilen bir aşının sağkalım faydası sağladığı görülmüş ve bu nedenle FDA ve EMEA tarafından onaylanmıştır. Prostat kanseri hücreleri immunoterapinin hedefi olabilecek cok sayıda tümör ilişkili antijenleri eksprese etmektedir. Bu antijenler arasında Prostatik Asit Fosfotaz (PAP), PSA ve prostat spesifik membran antijeni (PSMA) bulunmaktadır. Sipuleucel-T PAP’a karşı immün cevabı indükleyen dendritik hücre aşısıdır. Sipuleucel-T periferik kan mononükleer hücrelerinden lökoferez ile elde edilmiştir (48). Bu antijenlere antikor cevabı fazla olanlarda sağkalım anlamlı olarak daha uzun bulunmuştur.
Hasta popülasyonu tüm çalışmalarda mKDPK’li olgulardan oluşmuştur. Çalışmaya alınma kriterleri; radyolojik olarak kanıtlanmış metastaz varlığı, serum testosteron düzeyi <50 ng/dl olması, sağkalım beklentisinin 3 ayın üzerinde olması ve ECOG performansının 0 ya da 1 olması olarak belirlenmiştir. İki yüz yirmi beş hastanın değerlendirildiği iki çalışmanın kombine analizinde sipuleucel-T lehine istatistik olarak anlamlı olmayan progresyona kadar geçen sürede uzama sağlanmıştır (11,1 ay vs. 9,7 ay, p=0,11) (49). PFS artışı istatistik olarak anlamlı olmamasına rağmen tüm sağkalım süresi plaseboya oranla sipuleucel-T kolunda anlamlı olarak daha uzun olarak saptanmıştır (medyan 23,2 ay vs. 18,9 ay HR: 0,67).
Sipuleucel-T terapotik aşısı, asemptomatik ya da minimal semptomatik (ECOG 0-1) mKDPK hastaları icin uygun bir tedavi seceneğidir. Bu tedavinin dissemine hastalık kanıtı olarak yalnızca artmış PSA seviyeleri olan KDPK’li hastalar ile visseral organ metastazı ile seyreden daha ileri evre hastalarda yararına dair kanıt bulunmamaktadır.
Sipuleucel-T sağkalımı anlamlı olarak uzatmasına rağmen, nadiren hastalık regresyonuna sebep olmakta ve radyolojik progresyonsuz sağkalım üzerine etki yapmamaktadır. Bunun da ötesinde serum PSA düzeyleri üzerinde anlamlı bir etki göstermemektedir. Bu durumun immunoterapinin gecikmiş etkilerine bağlı olup olmadığı ya da başka mekanizmaların etkisi olup olmadığı bilinmemektedir (49).
Tedavi yanıtını göstermede objektif parametrelerin yokluğu, hastaların tedaviden fayda görüp, görmediğini belirlemede ve sipuleucel-T tedavisinin kesilerek başka tedaviye geçme kararını almada en büyük zorluğu oluşturmaktadır.
Prostvac (TRİCOM), dünya popülasyonunu su çiçeğine karşı aşılamak için kullanılan bir çiçek virüsü versiyonuna dayanmaktadır. Bir çiçek virüsü şuşu, PSA eksprese edecek şekilde modifiye edilmiş, böylece aslında anti-PSA aşısı oluşturacak hale getirilmiştir. Daha güçlü anti-PSA immün yanıtı oluşturmak için immünolojik ilişkili üç gen prostvaca eklenmiştir. Bunlardan biri CD28’e bağlanarak T hücrelerinin aktivasyonuna yardım eden B7 molekülü, antijen sunan hücreler ile T hücreleri arasındaki etkileşimi güçlendiren adezyon molekülleri: LFA-3 ve ICAM-1’dir. Oluşturulan bu üçlüye COstimulatör Moleküllerin TRİadı (TRİCOM) adı verilmiştir.
4. Endokrin Yolakları Hedefleyen Yeni Hormonal İlaçlar
Antonarakis ve ark. yakın zamanda, dolaşan tümör hücreleri (circulating tumour cells- CTC) mRNA’sında androjen reseptör varyant 7 (AR-V7) saptanmasının, KDPK hastalarında enzalutamid ve abiraterona karşı direnci gösterebileceğini bildirmişlerdir. Özellikle, CTCs’de AR-V7 mRNA saptanması progresyonsuz sağkalımda azalmaya ve PSA yanıtsızlığı ile ilişkili olabilir (50). Bu bulgu kemoterapi öncesi hangi olguda hangi ajan kullanılmalı sorusuna bir cevap olabilecek gibi gözükse de rutin kullanıma girmiş bir test yöntemi halen yoktur.
Metastatik KDPK’lı 57 hastaya, eş zamanlı abirateron ve enzalutamid tedavisinin verilerek 4 haftada bir değerlendirildiği bir çalışmada hastaların önemli bir kısmında PSA seviyelerinde anlamlı bir düşme izlenmiştir. Bu sonuçlara göre androjen sentez inhibitörü ve AR inhibitör kombinasyonun tedavisinin AR sinyallenmesinde daha etkili bir inhibisyona yol açabileceği önerilmiştir (51).
DST kemoterapisi öncesi bu uygulamalarda genelde tüm hasta alt gruplarında sağ kalım avantajı elde edilmesine rağmen hastanın genel durumunun bozulmadığı en erken evrede etkin tedavi uygulanması güncel veriler ışığında daha doğru bir yaklaşım olarak öne çıkmaktadır. İdeal sıra ajan ve kombinasyon nedir sorusu ise halen yanıt beklemektedir.
Abirateron Asetat
Gonadal ve gonad dışındaki dokularda androjen sentezi için önemli bir enzim olan sitokrom P450c17 (CYP17) enzimini inhibe etmektedir. İkili bir etkiyle hem 17 alfa hidroksilazı hemde C17-20 liyazı bloke etmektedir. Bu etkisiyle testosteron üretimini adrenal ve testis dışında prostat kanser hücrelerinde de bloke etmektedir. Bu durum mineralokortikoid üretiminin artmasına yol açan yolun daha fazla çalışmasına yol açar ve sonuçta ilaç kullanımında artmış mineralokortikoid aktivitesine bağlı yan etkiler ortaya çıkmaktadır. Bu yan etkiler; hipokalemi, hipertansiyon ve sıvı yüklenmesidir. ACTH bağımlı pozitif geri-beslemeyi azaltmak için tedaviye düşük doz glukokortikoid eklenirse bu yan etkiler azalacaktır.
FDA, Nisan 2011’de mKDPK’li daha önce DST içeren kemoterapi almış olan hastalarda, androjen sentez inhibitörü olan Abirateron Asetat’ın düşük doz prednizon kombinasyonuyla kullanımını onaylamıştır. FDA’nın bu onayı, daha önce dosetaksel içeren rejimlerle tedavi edilmiş mKDPK’li hastalarda yapılan, faz-3, randomize, plasebo kontrollü bir çalışma olan COU-AA-301 sonucunda verilmiştir (52). Çalışmanın erken analizde ortaya konulan 3,9 aylık sağkalım farkının geç dönemde 4,6 aya uzadığı da gösterilmiştir (53).
KDPK olgularda bir şekilde androjen yolaklarının aktif kaldığının gösterilmesi sonrasında bu yolağı hedef alan tedavi ajanları üzerine ilgi yoğunlaşmıştır. Bir dekat öncesine kadar dosetaksel bazlı (DST) kemoterapi dışında sağkalım avantajı sağlayan ajan bulunmaz iken, abirateron, enzalutamid gibi androjen sentezi ve reseptörleri üzerine etkili ajanlar dosetaksel tedavisi öncesi kullanımı sağkalım avantajı elde edildiğinin gösterilmesi ile kendilerine sağlam bir yer edinmeye başlamışlardır (54).
Kemoterapi sonrası abirateron uygulaması ile belirgin sağkalım avantajı yakalanması DST bazlı tedavi öncesi abirateronun kullanımı konusunda cesaretlendirici olmuştur. COU-AA-302 çalışmasında kemoterapi öncesi metastatik KDPK hastalarda abirateronun plaseboya kıyasla radyografik progresyonsuz sağkalımı arttırdığı gösterilmiştir; sırasıyla 16,5 ay vs. 8,3 ay (p<0,001) (54). Genel sağkalım plasebo kolunda 27,2 ay iken AA kolunda ortanca değere ulaşılamamıştır. Abirateron ölüm riskinde %25 azalmaya sebep olmuştur (HR: 0,75, p=0,01). Bu değer önceden tanımlanan değere ulaşmadığı için anlamlı olarak kabul edilmemiş, genel sağkalımda Abirateron lehine bir eğilim olarak yorumlanmıştır. AA, 302 çalışmasından sonra FDA tarafından kemoterapi öncesi mKDPK hastaları için onay almıştır.
COU-AA-301 çalışmasındaki hastaların %10’unun performans durumu ≥2 iken, COU-AA-302 çalışmasında performans durumu ≥2 olan hasta yoktu. Performans durumu prognozu belirleyen faktörlerden biriyken, 301 çalışmasında uzun sağkalım sağlayan durumun abirateron veya performans durumu olduğunu gösteren bir çalışma kolu yoktur. Nitekim performans durumu ≥2 olan hastalardan, abirateron + prednizon ve prednizon tek başına kullanılan grup arasında istatistiksel anlamlı sağkalım yararı izlenmedi. DST rejimleri gibi sistemik toksisiteleri nedeniyle performans durumunu bozan tedavilerden önce abirateron kullanımı, özellikle performans durumu kötü hastalarda daha ılımlı bir yaklaşım gibi görünmektedir. Bu hastalarda sıkı takip ve görüntüleme ile performans durumu bozulmadan, asemptomatik veya minimal semptomatik dönemde abirateron kullanımı semptomatik olduğunda kullanımından daha çok avantaj sağlamaktadır.
Bununla birlikte Schweizer ve ark., KDPK’da DST öncesi abirateron kullanımının, AR yolaklarının taksanlarla engellenmesine ve kros rezistans oluşumuna yol açtığını ve anti-tümör aktivitesinin sınırlandığını bildirmişlerdir (55,56). Aynı etkinin, ardı sıra kullanarak fayda gören bir grup hasta olmasına rağmen, enzalutamid ve abirateron kullanımında da ortaya çıkabileceğini söylemişlerdir (57). Ligand bağımlı olmayan androjen reseptör varyantların hem dosetaksel hem de enzalutamide monoterapisine dirençle ilişkili olduğu ve mKDPK’de upregüle olduğu tarif edildiğinden, bu direnç androjen reseptörü varyantlarının selektif upregülasyonundan olabilir (58). Ancak ARV7 durumunun taksanlara dirençle birliktelik göstermediği 2015 ASCO GU Cancers Symposium’da sunulmuştur (59).
Enzalutamid (MDV3100)
Reseptör affinitesi oldukça yüksek olan yeni bir non-steroidal antiandrojendir. Androjen reseptörlerine bağlanmayı, nükleer translokasyonu ve transkripsiyonu bloke eder. Oral olarak günde bir kez kullanılır. FDA onayı almasını sağlayan faz 3 AFFIRM çalışmasının planlanan ön analizi 2012’de yayınlandı. Ortalama 14,4 aylık takip sonrasında ortalama yaşam süresi enzalutamid grubunda 18,4 ay ve plasebo grubunda 13,6 ay olarak görüldü (HR: 0,63, p<0,001). Enzalutamid, plaseboya göre ölüm riskinde %37 risk azalmasına sebep oluyordu (60).
Enzalutamidin üstünlüğü tüm ikincil hedeflerde de ortaya cıktı. Bunlar; >%50 PSA düşme yanıtı olan hasta oranı (%54 vs. %2), yumuşak doku yanıt oranı (%29 vs. %4), hayat kalitesi yanıt oranı (%43 vs. %18), PSA progresyon zamanı (8,3 vs. 3 ay), radyografik progresyonsuz sağkalım oranı (8,3 vs. 2,9 ay) ve ilk iskelet ilişkili olaya kadar geçen zaman (16,7 vs. 13,3 ay) idi. Buna rağmen yorgunluk, ishal ve sıcak basmaları enzalutamid kolunda daha sık görüldü (60).
AFFIRM çalışmasından sonra enzalutamidin DST tedavisi öncesi kullanımını değerlendiren PREVAIL çalışmasının sonuçları Haziran 2014’te yayınlandı. Bu çalışmaya ABT’ye rağmen hastalık progresyonu gösteren asemptomatik veya minimal semptomatik metastatik hastalığı olan ve kemoterapi almamış KDPK hastaları dahil edildi. Toplam 1717 hastanın, 872’si enzalutamid ve 845’i plasebo koluna randomize edildi. Her iki gruba günde bir kez verilen çalışma ilacı ile, kabul edilemeyen yan etkiler veya radyolojik olarak doğrulanan hastalık progresyonu ortaya çıkıncaya kadar devam edildi. 12 aylık takipte radyolojik progresyonsuz sağkalım enzalutamid kolunda %65 ve plasebo kolunda %14 olarak izlendi. Enzalutamid tedavisinin plasebo ile kıyaslandığında, radyolojik progresyonu ve ölümü %81 oranında azalttığı görüldü. Radyolojik progresyonsuz sağkalımı arttırdığına dair ilk veriler randomizasyondan 2 ay sonra, ölüm riskini azalttığına dair veriler ise 4 ay sonra elde edilmeye başlandı. Enzalutamid tedavisinin sağkalım yararı sağladığı bütün alt grup değerlendirmelerinde de görüldü. Başarısızlık durumunda, sitotoksik kemoterapinin başlanması için geçen süre enzalutamid grubunda 28 ay, plasebo grubunda 10,8 ay idi. Otuz bir aylık takip sonunda ilk kemik ilişkili lezyonun görülme oranı enzalutamid kolunda %32, plasebo kolunda %37. Bilinen yumuşak doku tutulumu olan hastalardan enzalutamid tedavisi alanlar %59, plasebo kolunda ise %5 oranında objektif bir cevap alındı. Komplet ve parsiyel yanıt oranı enzalutamid kolunda sırasıyla %20 ve %39 ve plasebo kolunda %1 ve 4 olarak görüldü. Yan etkilerin ortaya çıkması için geçen süre enzalutamid kolunda 17,1 ay ve plasebo kolunda 5,4 ay olarak izlendi (61). Bu sonuçlar enzalutamidin aslında M0KDPK evresinde özel bir rolü olabileceğini göstermektedir.
Orteronel: Orteronel (TAK-700), henüz araştırma safhasında olan non-steroidal, oral kullanılan bir androjen sentez inhibitörüdür. 17,20-liyaz’a olan spesifitesi 17α-hidroksilaza olan spesifitesinden çok daha fazladır. 17,20 liyazı 5,4 kattan daha fazla bloke etmektedir. Non-metastataik KDPK’li 39 hastada orteronel kullanımını araştıran faz 2 çalışmasının sonuçları yayınlanmıştır. Bu çalışmanın ilk hedefi 3. ayda PSA≤0,2 ng/ml olan hasta yüzdesini belirlemek ve sonraki hedefleri ise tedavinin güvenilirliği, PSA yanıtı ve metastaza kadar geçen sürenin belirlenmesi olmuştur. Ortalama PSA çiftlenme zamanı 2,4 ay olan 39 hastaya, 28 günlük tedavi periyotları şeklinde 14 siklus olarak uygulanmış; 35 hastada %30’dan fazla PSA düşüşü sağlanmış ve 6 hastada tedavinin 3. ayında PSA≤0,2 ng/ml sağlanmıştır. PSA progresyonuna ve metastaza kadar geçen süre sırasıyla 13,8 ay ve 25,4 ay olarak görülmüştür. PSA progresyonsuz hasta oranı 12. ayda %57 ve 24. ayda %42 olarak görülmüştür. Tedavi sonlandırılmasına yol açan yan etkiler 12 hastada görülmüş ve 22 hastada grade 3-4 yan etkiler görülmüştür. En sık görülen yan etkiler çoğunlukla grade 1-2 yan etkiler olan; yorgunluk (%64), hipertansiyon (%44), diyare (%38), bulantı (%33) olarak görülmüştür. Çalışma sonucunda orteronelin PSA, testosteron ve dihidroepiandrestenodion-sülfat seviyelerinde belirgin ve sürekli bir düşme sağladığı görülmüştür. Steroid vermeye gerek olmaksızın orta düzeyde yan etki profili ile kullanılacak bir ajan olabileceği ileri sürülmüştür (62).
5. Kemik Sağlığının Korunması
Prostat kanseri, ileri evre hastalıkta %80 kemik metastazlarının ortaya çıktığı ve genel anlamda da kemik tutulumuna eğilimi olan bir hastalıktır (63). Kemik tutulumu morbiditeyi arttırır ve bundan dolayı ağrı, patolojik kırıklar ve sağkalımda azalmaya neden olmaktadır (54). Metastatik prostat kanserinde temel yaklaşımın medikal veya cerrahi kastrasyonun kullanıldığı androjen baskılama tedavisi olduğunu biliyoruz. ABT ile tedavi edilen lokal ileri veya metastatik prostat kanserli hastalarda 5 yıllık sağkalım %35’dir (60). Uzamış ABT alan hastaların anlamlı bir oranında kemik mineral dansitesinde azalma, kemik yapım/yıkım döngüsünde artma, osteoporoz riskinde artış ve nihayetinde iskelet kırıkları ortaya çıkmaktadır (62,63). Kemik metastazları sağkalımda azalma, ağrı ve kırık bölgesine göre immobilizasyon, nöralji, spinal kord yaralanması veya kök basısına sekonder nörojenik disfonksiyona neden olabilmektedir (64). KDPK’li erkeklerin yaklaşık %22’si metastatik lezyon bölgesindeki kemik bütünlüğünün zayıflamasına bağlı patolojik kırık deneyimi yaşayacaklardır (65). Yaşam kalitesini arttırmak ve ciddi iskelet ilgili olayların (İİO) oluşma sıklığını önlemek özellikle bu riskli hasta grubunda daha öne çıkmaktadır. Kemik sağlığının korunması amacıyla, fiziksel aktivitenin arttırılması, sigara içiminin sonlandırılması, alkol tüketiminin azaltılması önerilmelidir. SIOG prostat kanseri çalışma grubu ABT başlamadan önce kemik mineral durumunun değerlendirilmesini, kalsiyum ve D vitamini seviyelerinde düşüklük olması durumunda osteoporozun engellenmesi için bunların takviyelerinin yapılmasını önermektedir (66). Gerekli olması durumunda hastanın günlük 1200 mg kalsiyum ve 1000 IU D vitamini aldığından emin olunmalıdır.
Denosumab
Kemik metastazlarının önlenmesi endikasyonuyla kullanılan, İİO sıklığını azaltan veya ortaya çıkışında istatistiksel olarak anlamlı gecikmeye neden olan tek ajan bir anti-rank ligand monoklonal antikor olan denosumabtır (67). Denosumab 147 çalışmasına metastatik olmayan 1432 KDPK’li hasta dahil edilmiştir. Bu grupta bulunan hastaların risk faktörleri: PSA>8 ng/dl ve PSA ikilenme zamanı <10 ay olarak belirlenmiştir. Denosumab verilen grupta kemik metastazı görülme süresi 4,2 ay daha uzun olarak saptanmıştır (29,5 ay vs. 25,2 ay, HR: 0,85 (%95 GA, 0,73-0,98): p=0,028). Ek olarak denosumab ilk kemik metastazı görülme zamanını da plaseboya kıyasla sırasıyla ortalama 33,2 aya karşın (%95 GA 22,4-33,1) 29,5 ay (%95 GA 22,4-33,1) uzatmıştır. Genel sağkalım açısından her iki grup arasında bir fark saptanmamış olup denozumab ile ortalama sağkalım 43,9 iken plasebo ile 44,8 aydır (HR 1,01 [%95 GA 0,85-1,2]; p=0,91) (60). Ancak proflaktik kullanımını maliyet, oluşabilecek çene osteonekrozu gibi ciddi komplikasyonlar dikkate alarak özellikle baştan İİO öyküsü bulunan veya yaşama riski yüksek osteoporotik hasta gruplarına yöneltmek daha mantıklı olabilir.
Bifosfonatlar
Standart bifosfonatların metastatik prostat kanserli olgularda etkinliği olmayıp İİO önleyen tek ajan Zoledronik asittir (68). Zoledronik asit Kemik metastazı bulunan 643 prostat kanserli hastadan oluşan ve bugüne kadar yapılan en büyük çalışmada hastalar 15 ay boyunca, 3 haftada bir kez verilen 4 mg, 8 mg zoledronik asit ve plasebo kollarına randomize edilmiştir. İzlemdeki hastaların 15. ve 24. aydaki takiplerinde 4 mg zoledronik asit alan grupta plasebo kolu ile kıyaslandığında İİO sıklığı daha az ve daha az oranda patolojik kemik kırığı görülmüştür. Sonuçta yaşam kalitesinin artmasını sağlayan ilk İİO’ya kadar geçen süre zoledronik asit grubunda daha uzun görüldü (69). Metastatik olmayan hastalarda zoledronik asit kullanımının İİO önleme potansiyeli sorusuna bir ölçüde ZEUS çalışması cevap vermiştir; hormonal tedavi almamış hastalarda 3 ayda bir kez intravenöz uygulanan zoledronik asit 4 mg tedavisinin 4 yıllık izlem sonunda yüksek riskli lokalize prostat kanserli hastalarda kemik metastazı gelişimini engellemediği görülmüştür (70). Ancak bu çalışma uygun olmayan doz aralığı nedeniyle eleştirilmektedir. M0KPDK’li hastalarda ise erken kullanımı ile ilgili veri yoktur.
Sonuç
M0KDPK evresi nispeten uzun sayılabilecek bir doğal seyir gösteren, hastanın genellikle asemptomatik ve performans skorunun yüksek olduğu özel bir evredir. Bu evrede özellikle hızlı bir seyir gösterecek yüksek riskli hasta grubunun tanınması ve tedavi seçeneklerine buna göre karar vermek mantıklıdır. Bazal PSA, PSA hızı ve ikileme zamanı önemli klinik parametrelerdir. Yeni gelişen tedavi ajanlarının pek çoğu semptomatik metastatik KDPK’de standart tedavi seçeneği olan DST kemoterapi öncesi kullanımlarında sağkalım avantajına sahiptir. Bu nedenle M0KDPK evresi uzamış sağkalım ve yaşam kalitesi hedefine ulaşmak için fırsat sunabilir. Ancak randomize çalışmaların eksikliği ideal ajan ve kombinasyon nedir sorusuna cevap vermeyi engellemesine rağmen kastrasyon dirençli hastalığın doğasının giderek anlaşılması ve etkin tedavi ajanlarının varlığı umut vericidir.
Konsept: Mehmet Yıldızhan Dizayn: Yazar Mehmet Yıldızhan Veri Toplama veya İşleme: Mehmet Yıldızhan Analiz veya Yorumlama: Hakan Gemalmaz Literatür Arama: Mehmet Şirin ERTEK Yazan: Mehmet Yıldızhan Çıkar Çatışması: Yazarlar bu makale ile ilgili olarak herhangi bir çıkar çatışması bildirmemişlerdir. Finansal Destek: Yazarların finansal desteği yoktur.